VBB

1 Eylül 2013 Pazar

Uykusuz...




   Yatağa uzandım ve yine hayatın tüm önemli işleri, ağır düşünceleri zihnime tebelleş olmaya başladı. Bütün problemler, ertelenen meseleler, yüklenilmesi beklenen sorumluluklar; gündüzün aydınlığından saklanmış ve gece gökyüzü kararınca ortaya çıkmışlardı.
   Bu uyku avcıları vücut bulmak için gecenin en kör vaktini ve en karanlık zamanını bekliyorlardı. Hiç şaşmazdı bu...
   Zifiri karanlıktan faydalanıp sinsice ilerleyen gece avcıları gibi, sessizce ve temkinli yaklaştılar avlarına. Kesin bir hamleyle yakaladılar boğazından ve boğdular bütün uykuyu. Geriye, yatakta sağdan sola, soldan sağa dönüp debelenmek ya da kalkıp uyku geri gelene kadar başka bir işle meşgul olmak kalıyordu. Tabi, avcıların yeniden saldırmayacakları asla garanti edilemez...

   Geceler, adeta sessiz mezarlara benzer. Bizler, mezarları ölü toprak yığınları olarak görürüz ama o toprak tabakasının hemen altında yılanlardan, çiyanlardan, böceklerden, solucanlardan oluşmuş canlı bir dünya vardır. Biz, o yaşayan ve devinen dünyayı göremeyiz.
   İşte, gece de böyle göze görünmez bir dünya yaratır kendine. Herkesin göremediği, sezemediği, bilemediği ama kendi içinden, derinden; fokur fokur kaynayan ve çalkalanan bir dünya...
   Bu dünyadaki hayaletler, girintili ve çetrefilli beyinleri, karmakarışık olmuş ruhları çok severler. Çünkü o ruhlarla diledikleri gibi oynayabilirler. Ne zaman ki dimağına düşünceler hücum etmiş, uykusuz bir av görürlerse, derhal onun üstüne atılırlar.
   Yalnız avın işini hemen bitirmezler. Önce onunla bir güzel oynarlar; onu canından bezdirirler... Ve en sonunda da yerler...

   İşte uykusuzluk hali, geceden kalmış bu çarpışmanın ve bu kanlı avın ürünü bir cesettir. Yenmiş, çiğnenmiş, tükürülmüş; kokuşmuş bir ceset...


   Bu yüzden uykusuzlara ilişmeyin...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder