VBB

29 Eylül 2013 Pazar

Bütün noktaların sırrı...



Her yaratıcı şüphenin içinde bir inanma hazırlığı, her yaratıcı imanın içinde bir şüphe ihtiyatı bulunmalıdır. Yüzü imana değil inkara dönmüş bir şüphe, ancak zındık ve bozguncu yetiştirdiği gibi; arkasını şüpheye çevirmiş bir iman da kaba sofu yetiştirir...”
(Peyami Safa - “Şüphe ve İman” makale, TAN, 1935)

* * *


   Bocalıyorum bu deryanın içinde. Bu derya ki karmakarışık; bu derya ki bulanık, kirli, yosunlu... Balıkların bile yolunu şaşırdığı bu batakta ben nasıl yolumu bulayım... Kayboldum...

   Sorular, bazen denizcileri kurtaracak olan deniz fenerleri gibidir. Uzaklardan, okyanusta kaybolmuş gemilere kurtuluş ışığı yollarlar. Sorular, bazen de girdaplar gibidir. Üstüne gitmekte ısrar edildikçe seni içine çekerler. Baş döndürücü, mide bulandırıcı bir gaflet çukuruna yollarlar...

   Kaybolmuş her denizci, kurtuluş için bir kara parçası, bir ada arar. Bu adalar çoğunlukla yamyamların yaşadığı, barbarlığın kol gezdiği vahşi adalardır. İşte o zaman denizciler kurtuldum zannederken, daha büyük bir felaketin içine düştüklerini anlarlar. Ne yazık ki artık çok geçtir; geriye dönüş yoktur...

   Herkes karanlıktan şüphe duyar. Kapkara o örtünün ardında ne olduğunu kimse bilemez... Herkes bu kesif karanlıktan korkar. Bu yüzden geceleri aydınlatan her ışığa koşar insanlar. Lakin o ışığı tutan el, bazen “Hansel ve Gretel” masalındaki gibi insan eti yiyen bir cadı da olabilir. Karanlığı sorguladığımız gibi, ışığı da sorgulamamız gereklidir.

   İnsan hayatı incecik damarlara bağlıdır. İncecik şah damarımızı kestiğimizde, birkaç saniyede ölüm muhakkaktır. “Pamuk ipliği” metaforu buna bağlıdır... İşte bu ince damar, ince “sırat”ımız olmalıdır: Hem narin ve güçsüz, hem keskin ve tehlikeli... İçinden geçen kan ise, bizim tek besinimizdir: Hem maddi hem manevi...

   “Var olmak” için düşünmek gerekliyse, düşünmenin sonu da elbet “inanmak” olacaktır. Öyleyse: İnanıyorum o halde varım...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder