“Her yaratıcı şüphenin içinde
bir inanma hazırlığı, her yaratıcı imanın içinde bir şüphe
ihtiyatı bulunmalıdır. Yüzü imana değil inkara dönmüş bir
şüphe, ancak zındık ve bozguncu yetiştirdiği gibi; arkasını
şüpheye çevirmiş bir iman da kaba sofu yetiştirir...”
(Peyami Safa - “Şüphe ve İman”
makale, TAN, 1935)
* * *
Bocalıyorum bu
deryanın içinde. Bu derya ki karmakarışık; bu derya ki bulanık,
kirli, yosunlu... Balıkların bile yolunu şaşırdığı bu batakta
ben nasıl yolumu bulayım... Kayboldum...
Sorular, bazen
denizcileri kurtaracak olan deniz fenerleri gibidir. Uzaklardan,
okyanusta kaybolmuş gemilere kurtuluş ışığı yollarlar.
Sorular, bazen de girdaplar gibidir. Üstüne gitmekte ısrar
edildikçe seni içine çekerler. Baş döndürücü, mide
bulandırıcı bir gaflet çukuruna yollarlar...
Kaybolmuş her
denizci, kurtuluş için bir kara parçası, bir ada arar. Bu adalar
çoğunlukla yamyamların yaşadığı, barbarlığın kol gezdiği
vahşi adalardır. İşte o zaman denizciler kurtuldum zannederken,
daha büyük bir felaketin içine düştüklerini anlarlar. Ne yazık
ki artık çok geçtir; geriye dönüş yoktur...
Herkes
karanlıktan şüphe duyar. Kapkara o örtünün ardında ne olduğunu
kimse bilemez... Herkes bu kesif karanlıktan korkar. Bu yüzden
geceleri aydınlatan her ışığa koşar insanlar. Lakin o ışığı
tutan el, bazen “Hansel ve Gretel” masalındaki gibi insan eti
yiyen bir cadı da olabilir. Karanlığı sorguladığımız gibi,
ışığı da sorgulamamız gereklidir.
İnsan hayatı
incecik damarlara bağlıdır. İncecik şah damarımızı
kestiğimizde, birkaç saniyede ölüm muhakkaktır. “Pamuk ipliği”
metaforu buna bağlıdır... İşte bu ince damar, ince “sırat”ımız
olmalıdır: Hem narin ve güçsüz, hem keskin ve tehlikeli...
İçinden geçen kan ise, bizim tek besinimizdir: Hem maddi hem
manevi...
“Var olmak”
için düşünmek gerekliyse, düşünmenin sonu da elbet “inanmak”
olacaktır. Öyleyse: İnanıyorum o halde varım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder