Kadim bozkırda göz alabildiğine bir
boşluk vardır. Ufukta tek bir ağaca, tek bir su birikintisine
rastlanmaz. Günlerce yürürsünüz, at koşturursunuz ve en sonunda
ufak bir dereyle karşılaşırsınız. Şansınız varsa
mevsimlerden bahardır. Çünkü üç mevsim ya kuruyarak ya donarak
akmayı bırakan derecik, ancak bu mevsimde çağıldayabilmektedir.
Bu sevimli derenin hemen solunda
ufak bir tepe vardır. Bu tepeye hakim tek bir çınar ağacı,
bozkırdaki göçmen kuşlara menzil vazifesi görmektedir. Issız
bozkırın bu ücra köşesinde, kervanların bile unuttuğu bu yerde
çınarın ne işi vardır? Onu buraya kim, ne zaman dikmiştir?
Aslını astarını kimse bilmez. Yalnız hikayeleri anlatılır bu
ağacın ve dereciğin. Derler ki:
Zamanın birinde, yolunu kaybeden
bir kervan bu ıssız köşeye düşmüştür. Kervanda, yeni doğum
yapmış bir kadın da vardır. Kadıncağızın sütü gelmemekte,
çocuğunu emzirememektedir. Ellerini açar, çaresizce Tanrı'ya
yalvarır:
_ Ey ulu Tanrı'm! Sütüm
gelmiyor... Bana yardım et... Yavrumu doyurayım, onu yaşatayım...
Gök-Tanrı, bu ıssız köşede
mahsur kalan lohusa kadıncağızın yakarışını duyar.
Umay-Ana'yı hemen onun yardımına gönderir. Umay-Ana yeryüzüne
çok güzel bir kadın suretinde iner. Upuzun gümüş rengi
saçlarıyla, masmavi gözleriyle, incecik kaşları ve uzun boyuyla
güzeller güzeli Umay-Ana, kervanın bulunduğu çorak yere varır.
Kimse kendisini görmesin diye gece geç vakit kervana yaklaşır.
Herkes uyuduktan sonra lohusa kadının çadırına girer. Kadıncağız
onu görünce bir an irkilir, telaşa kapılır:
_ Sen de kimsin?
Umay-Ana ince ve güzel sesiyle
konuşur:
_ Korkma Gülkonçuy, sana yardım
etmeye geldim.
_ Adımı nasıl bildin? Sen kimsin?
_ Ben Umay-Ana'yım. Ulu Gök-Tanrı
senin yakarışlarını duydu ve beni yardıma gönderdi.
Korkmayasın, ben yavrunu doyuracağım.
Bunları söyleyen Umay-Ana,
şefkatle kadının üstüne eğilir ve kucağındaki bebeği
kollarına alır. Uzun, beyaz gömleğinin düğmelerini açar. Büyük
memelerinden yeni doğmuş yavruyu emzirmeye başlar. Uzunca bir süre
bebeği emzirir ve karnını doyurur. Daha sonra çocuğu annesine
geri verir. Lakin Umay-Ana'nın memelerinden süt damlamaya devam
eder. Bu süt, su gibi saydamdır ve hayli yoğundur. Damlalar
sıklaşır, çoğalır; yerde birikmeye ve çadırı doldurmaya
başlar. Korkan lohusa kadın teşekkür etmeyi dahi unutarak,
bebeğini kucaklar ve kendini dışarı atar. Umay-Ana ise aceleyle
önünü ilikler, ayağa kalkar. Tam çadırdan çıkacağı vakit
dışarıdan sesler duyar. Kervanın diğer sakinleri uyanmış,
kadını ve bebeğini dışarıda görünce yanlarına gelmişlerdir.
Umay-Ana, onlara görünmemek için çadırdan dışarı çıkamaz.
Ne yapacağını düşünürken hala memelerinden süt akmaya devam
etmektedir. İşte o anda, büründüğü insan kisvesinden çıkar
ve kanatlanarak göğe yükselir, kaybolur.
Çadırı kaplayan süt artık
dışarı taşmaktadır. Kervandakiler, yükselmekte olan suyu
görünce telaşa kapılırlar ve hemen oradaki tepeciğe çıkarlar.
Oradan, meraklı bakışlarla olan biteni izlerler. Umay-Ana'nın
memelerinden çıkan ve giderek çoğalan süt ise küçük bir dere
halini alır. Bu mucizeyi gören kervan sakinleri, şaşkınlıktan
lohusa kadını bile unuturlar. Ona soru sormak akıllarına dahi
gelmez. Sadece bu mucizevi olayı seyretmekle yetinirler.
Gün ağarana dek yerlerinden
kımıldayamazlar. Sabaha karşı tepeden inmeye cesaret ederler.
Şimdi bütün çadırları sular altında kalmış, atları korkup
dört yana kaçmıştır. İçlerinden biri cesaret edip bu derenin
suyundan içer. Tadı çok güzeldir. İşte bu berrak, temiz dere
yıllar yılı "Göksu" adıyla anılmıştır.
Dereciğin öyküsünü bu şekilde
anlatır civardaki yörük ihtiyarları. Peki, oradaki tepenin
üstündeki yalnız çınarın sırrı nedir? Bunu kimse doğru
düzgün bilmez. Sadece, oranın en ihtiyarlarından olan bilge Aykız
Nene, ağacın Umay-Ana'nın saç telinden bittiğini söyler. O
böyle inanır. Der ki:
Umay-Ana gökten indiği gece, ilk
bu tepeciğe ayak basmıştır. İndiğinde, gümüş saçlarından
tek bir tel toprağa düşmüştür. İşte o tek tel toprağa
tutunarak kök salmıştır. Kısa süre sonra da büyüyüp kocaman
bir çınar halini almıştır.
Aykız Nene böyle anlatır
torunlarına ve oradan tesadüfen gelip geçen gezginlere,
yolculara... Belki gerçek, belki hayal... Ama o civardaki kadınlar,
bugün bile Umay-Ana'nın gebe kadınları koruduğuna ve bebeklere
sağlık verdiğine inanırlar. Bugün dahi Umay-Ana'dan yardım
dilerler ve onun adına adak keserler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder