* bu küçük öyküyü, büyük usta Ömer Seyfettin'e armağan ediyorum. Ruhu şad olsun...
* * *
_ Safkan soylarda, bozulma büyük
oranda dişilerde başlar. İşte bu yüzden dişiler koruma altına
alınmalıdır. Bir dişi, asla başka bir soyla karışmamalıdır.
Bu bütün bir türün mahvolmasına yol açar.
Usta Mergen bunları anlatırken
Çömez dikkatle dinliyordu. Çömez için ustasının her sözü
altın değerindeydi. Onun her kelimesini yakalayabilmek için ağzına
bakar; her hareketini görebilmek için gözünün içine bakardı.
Henüz bir yıldır Usta Mergen'in
çömeziydi. Tam iki yıllık eğitim dolmadan, çömezlere gerçek
isimleriyle hitap edilmezdi. Onlar yalnız “çömez”di... Ancak
piştiklerinde gerçek adlarıyla çağrılmaya hak kazanabilirlerdi.
Gözüne baktığı ustasına çekinerek sordu:
_ Peki ustam... Ya dişi ile yabancı
erkek birleşirse... O zaman, safkan türün tüm özellikleri yok mu
olur?
_ Her zaman tamamıyla yok olmaz.
Lakin yok derecesine iner. Karışan tür öyle bir hale gelir ki,
iki tarafın da kötü genlerini alır... İyi genlerini bırakır...
Böylece, aslında iki soydan gelen genler de mahvolur. Ortaya işe
yaramaz bir melez çıkar...
_ Yani şu fare gibi...
_ Aynen öyle Çömez'im... Bak bu
fareye: Onu sıradan bir lağım faresi olan annesinden ve ormandan
aldığım sincap babasından yaptık. Peki ne oldu? Ne annesi gibi
bir kemirgen olabildi, ne babası gibi ağaçlara tırmanabilen bir
sincap... Tamamıyla bizim bakımımıza muhtaç bir zavallı...
Annesininkilere benzeyen uzun dişleri aslında keskin değil;
verdiğimiz kuru ekmekleri bile parçalamakta zorlanıyor.
Babasınınkilere benzeyen küçük pençeleriyle, bu koltuğun
başına dahi tırmanamıyor... Bütünüyle asimile olmuş bir
melez...
Çömez, önlerinde duran küçük
kafesteki tüylü yaratığı süzdü. Gerçekten de bakıma muhtaç
bir haldeydi. Doğada kendi başına asla yaşayamazdı.
O bunları düşünürken, içeriye
Hademe Akköse girdi. Demek ki saat akşam üç olmuştu. Çünkü bu
saat, sınıfların temizlenme saatiydi. Dakikası dakikasına hiç
şaşmazdı. Bu Hademe Akköse'nin en bilinen özelliğiydi; görevini
namus bilir ve hiç aksatmazdı.
Onun içeri girdiğini gören Usta
Mergen hademeye yaklaştı ve omzunu sıvazlayarak sordu:
_ Hademe Akköse, nasılsın?
_ Çok iyiyim ustam, sağolasın.
Siz nasılsınız?
_ Ulu Tanrı'ya şükür olsun, çok
iyiyiz... Sonra, sesindeki samimiyet tonunu ayarlayarak, öylesine
soruyormuş gibi sordu: Yahu, sen kaç senedir bu işi yapıyorsun?
_ Bu görev bana babamdan kaldı.
Tam kırk altı yaşındayım. On iki yaşında başladığıma
göre... Ee... Galiba yirmi küsür sene olacak...
_ Otuz dört sene olmuş, diye
atıldı Çömez. Ustası ona gülümseyerek karşılık verdi. Sonra
hademeye dönerek:
_ Baban nereliydi senin? diye sordu.
_ Benim babam Tuvgan-Hot
tarafındandır. Anam ise Özübay'ın Kala köyündenmiş...
Usta Mergen aslında bunları
bilmekteydi. Burada tekrar sormasının sebebi; çömezine de
duyurmak ve ona bir ders vermekti. Hafifçe çömezine dönerek
gülümsedi ve bilge bir sesle söyledi:
_ Görüyorsun ya Çömez'im... Bu
namuslu, çalışkan, sevimli adam tam bir Batırlı. Batır
insanının tüm özellikleri onda var. Bir de diğer hademelere ve
uşaklara bak. Çoğu farklı ülkelerden gelmiş bir sürü insan...
Hepsi eli kolu uzun tiplerdir. Acıyıp da bir şey ödünç
vermeyesin, anında iç ederler!.. Her işe burunlarını sokarlar;
üstelik bir şeyden de anlamadıkları halde... Yalancıdırlar da;
bir şey derler, yarın unutuverirler. Pistirler de; kokularından
yanlarına varılmaz... Sorsan nerelisin diye, kem küm ederler.
Çoğunun anası babası bile şüphelidir. Buraya nasıl alınmışlar
onu bilmem. Ama büyük ihtimalle Müdür Çiher'in aymazlığı...
Laf buraya gelince sustu. Belli ki
müdüre karşı epey doluydu. Müdürün adı geçince, Hademe
Akköse biraz utandı, çekindi. Çünkü Müdür Çiher onu hiç mi
hiç sevmezdi. Zavallıyı nerede görse iş yükler, azarlar, hor
görürdü. Çalışırken küçük bir hata yapsa, babasına da ona
da sövüp sayardı. Bir keresinde Usta Mergen şahit olmuştu:
Müdür, hademeye çıkışıyordu. Bir yandan tepiniyor bir yandan
söyleniyordu:
_ Seni miskin herif, seni aptal
herif!.. Baban da senin gibi hımbılın biriydi işte... Hepiniz
böylesiniz. Batırlı değil mi? Hepsi vahşi, barbar, sevimsiz...
Yarabbi, bu dağlı vahşilerin kökünü kurut!.. Böyle bedduaya
başlayınca, Hademe Akköse dayanamamıştı:
_ Neden böyle beddua edersiniz
Müdür Çiher? Babam ve ben size ne yaptık?
_ Pöh, siz kimsiniz de bana bir şey
yapacaksınız? Siz bana laf söylemeye bile cüret edemezsiniz...
Ama dedeleriniz Kurgak-Batır'lar yok mu? O vahşiler, bütün
insanlığa zarar ziyan vermedi mi? Ejderhalar gibi önüne çıkan
her şeyi yakıp yıkmadı mı? Hepiniz barbarsınız işte...
Elinize geçen ilk fırsatta yine baş kaldırır, hepimizin
kemiklerinden kendinize kolye yaparsınız!..
_ Aman müdürüm, olur mu öyle
şey...
_ Sus, pis barbar! Hain! Yalancı!..
Usta Mergen bundan sonrasını
dinlememişti... İşin aslını faslını biliyor ama susuyordu.
Sonuçta Müdür Çiher, itaatkar bir köpekti. Daima üstlerinin
paçalarını yalardı. Tabi üstleri de kendi üstlerinin paçalarını
temizlerdi!.. Ne demişler: İt iti ısırmazmış... Müdürü de
itlere değil, Ulu Tanrı'ya havale ediyordu...
O bunları düşünürken Hademe
Akköse temizliğe başlamış, Çömez de “hayırlı akşamlar”
dileyerek sınıftan çıkmıştı. Kendini toparladı ve hademeye
gülümseyerek: Kolay gelsin, deyip çıktı.
Çömezi, bugünkü anlattıklarından
ne ders almıştı; hatta alabilmiş miydi bilmiyordu. Lakin bu
olanları hatırlamak onu biraz etkilemiş, belki biraz
sinirlendirmişti. Sonra, kafesteki küçük, tüylü canlıyı
hatırladı. Onu ve dersini aklına getirince biraz hafiflediğini
hissetti. Bu küçük canlıyı düşünmeye başladı: O ne fare
olabilmişti ne sincap... Adı bile yoktu; yalnızca “melez”di...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder