VBB

15 Aralık 2013 Pazar

melez



   
*   bu küçük öyküyü, büyük usta Ömer Seyfettin'e armağan ediyorum. Ruhu şad olsun...


* * *


   _ Safkan soylarda, bozulma büyük oranda dişilerde başlar. İşte bu yüzden dişiler koruma altına alınmalıdır. Bir dişi, asla başka bir soyla karışmamalıdır. Bu bütün bir türün mahvolmasına yol açar.

   Usta Mergen bunları anlatırken Çömez dikkatle dinliyordu. Çömez için ustasının her sözü altın değerindeydi. Onun her kelimesini yakalayabilmek için ağzına bakar; her hareketini görebilmek için gözünün içine bakardı.
Henüz bir yıldır Usta Mergen'in çömeziydi. Tam iki yıllık eğitim dolmadan, çömezlere gerçek isimleriyle hitap edilmezdi. Onlar yalnız “çömez”di... Ancak piştiklerinde gerçek adlarıyla çağrılmaya hak kazanabilirlerdi. Gözüne baktığı ustasına çekinerek sordu:

   _ Peki ustam... Ya dişi ile yabancı erkek birleşirse... O zaman, safkan türün tüm özellikleri yok mu olur?
   _ Her zaman tamamıyla yok olmaz. Lakin yok derecesine iner. Karışan tür öyle bir hale gelir ki, iki tarafın da kötü genlerini alır... İyi genlerini bırakır... Böylece, aslında iki soydan gelen genler de mahvolur. Ortaya işe yaramaz bir melez çıkar...
   _ Yani şu fare gibi...
   _ Aynen öyle Çömez'im... Bak bu fareye: Onu sıradan bir lağım faresi olan annesinden ve ormandan aldığım sincap babasından yaptık. Peki ne oldu? Ne annesi gibi bir kemirgen olabildi, ne babası gibi ağaçlara tırmanabilen bir sincap... Tamamıyla bizim bakımımıza muhtaç bir zavallı... Annesininkilere benzeyen uzun dişleri aslında keskin değil; verdiğimiz kuru ekmekleri bile parçalamakta zorlanıyor. Babasınınkilere benzeyen küçük pençeleriyle, bu koltuğun başına dahi tırmanamıyor... Bütünüyle asimile olmuş bir melez...

   Çömez, önlerinde duran küçük kafesteki tüylü yaratığı süzdü. Gerçekten de bakıma muhtaç bir haldeydi. Doğada kendi başına asla yaşayamazdı.
   O bunları düşünürken, içeriye Hademe Akköse girdi. Demek ki saat akşam üç olmuştu. Çünkü bu saat, sınıfların temizlenme saatiydi. Dakikası dakikasına hiç şaşmazdı. Bu Hademe Akköse'nin en bilinen özelliğiydi; görevini namus bilir ve hiç aksatmazdı.
   Onun içeri girdiğini gören Usta Mergen hademeye yaklaştı ve omzunu sıvazlayarak sordu:

   _ Hademe Akköse, nasılsın?
   _ Çok iyiyim ustam, sağolasın. Siz nasılsınız?
   _ Ulu Tanrı'ya şükür olsun, çok iyiyiz... Sonra, sesindeki samimiyet tonunu ayarlayarak, öylesine soruyormuş gibi sordu: Yahu, sen kaç senedir bu işi yapıyorsun?
   _ Bu görev bana babamdan kaldı. Tam kırk altı yaşındayım. On iki yaşında başladığıma göre... Ee... Galiba yirmi küsür sene olacak...
   _ Otuz dört sene olmuş, diye atıldı Çömez. Ustası ona gülümseyerek karşılık verdi. Sonra hademeye dönerek:
   _ Baban nereliydi senin? diye sordu.
   _ Benim babam Tuvgan-Hot tarafındandır. Anam ise Özübay'ın Kala köyündenmiş...

   Usta Mergen aslında bunları bilmekteydi. Burada tekrar sormasının sebebi; çömezine de duyurmak ve ona bir ders vermekti. Hafifçe çömezine dönerek gülümsedi ve bilge bir sesle söyledi:

   _ Görüyorsun ya Çömez'im... Bu namuslu, çalışkan, sevimli adam tam bir Batırlı. Batır insanının tüm özellikleri onda var. Bir de diğer hademelere ve uşaklara bak. Çoğu farklı ülkelerden gelmiş bir sürü insan... Hepsi eli kolu uzun tiplerdir. Acıyıp da bir şey ödünç vermeyesin, anında iç ederler!.. Her işe burunlarını sokarlar; üstelik bir şeyden de anlamadıkları halde... Yalancıdırlar da; bir şey derler, yarın unutuverirler. Pistirler de; kokularından yanlarına varılmaz... Sorsan nerelisin diye, kem küm ederler. Çoğunun anası babası bile şüphelidir. Buraya nasıl alınmışlar onu bilmem. Ama büyük ihtimalle Müdür Çiher'in aymazlığı...

   Laf buraya gelince sustu. Belli ki müdüre karşı epey doluydu. Müdürün adı geçince, Hademe Akköse biraz utandı, çekindi. Çünkü Müdür Çiher onu hiç mi hiç sevmezdi. Zavallıyı nerede görse iş yükler, azarlar, hor görürdü. Çalışırken küçük bir hata yapsa, babasına da ona da sövüp sayardı. Bir keresinde Usta Mergen şahit olmuştu: Müdür, hademeye çıkışıyordu. Bir yandan tepiniyor bir yandan söyleniyordu:

   _ Seni miskin herif, seni aptal herif!.. Baban da senin gibi hımbılın biriydi işte... Hepiniz böylesiniz. Batırlı değil mi? Hepsi vahşi, barbar, sevimsiz... Yarabbi, bu dağlı vahşilerin kökünü kurut!.. Böyle bedduaya başlayınca, Hademe Akköse dayanamamıştı:
   _ Neden böyle beddua edersiniz Müdür Çiher? Babam ve ben size ne yaptık?
   _ Pöh, siz kimsiniz de bana bir şey yapacaksınız? Siz bana laf söylemeye bile cüret edemezsiniz... Ama dedeleriniz Kurgak-Batır'lar yok mu? O vahşiler, bütün insanlığa zarar ziyan vermedi mi? Ejderhalar gibi önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmadı mı? Hepiniz barbarsınız işte... Elinize geçen ilk fırsatta yine baş kaldırır, hepimizin kemiklerinden kendinize kolye yaparsınız!..
   _ Aman müdürüm, olur mu öyle şey...
   _ Sus, pis barbar! Hain! Yalancı!..

   Usta Mergen bundan sonrasını dinlememişti... İşin aslını faslını biliyor ama susuyordu. Sonuçta Müdür Çiher, itaatkar bir köpekti. Daima üstlerinin paçalarını yalardı. Tabi üstleri de kendi üstlerinin paçalarını temizlerdi!.. Ne demişler: İt iti ısırmazmış... Müdürü de itlere değil, Ulu Tanrı'ya havale ediyordu...

   O bunları düşünürken Hademe Akköse temizliğe başlamış, Çömez de “hayırlı akşamlar” dileyerek sınıftan çıkmıştı. Kendini toparladı ve hademeye gülümseyerek: Kolay gelsin, deyip çıktı.


   Çömezi, bugünkü anlattıklarından ne ders almıştı; hatta alabilmiş miydi bilmiyordu. Lakin bu olanları hatırlamak onu biraz etkilemiş, belki biraz sinirlendirmişti. Sonra, kafesteki küçük, tüylü canlıyı hatırladı. Onu ve dersini aklına getirince biraz hafiflediğini hissetti. Bu küçük canlıyı düşünmeye başladı: O ne fare olabilmişti ne sincap... Adı bile yoktu; yalnızca “melez”di...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder