Kaç asırdır uyuyor kayalar?
Ya bu dağların ruhu nereye gitti?
Rüzgarın sesi, sonsuz yalnızlığın
nefesini de duyururmuş meğer...
Adını bilmediğim yabanlar
arasındayım şimdi; arayanım soranım yok...
Belki de güneşin son kez görüldüğü
yerde aramam lazım huzuru;
Belki de yürekleri kubbe gibi örten
“ger”lerde aramam lazım uykuyu...
Her nerde isen çık, ey Çingiz'in
kayıp ruhu!..
Bir bozkırlının kısık
gözlerinden mi bakıyorsun şafağa?
Yoksa, o çok özlediğin altın
dağlara mı çekildin bir akşam vakti...
Kayaları neden soluksuz bıraktın?
Rüzgarı neden nefessiz...
Atların gümüş yelelerini kim
okşayacak senin gibi?
Kim dindirecek Selenga'nın dinmeyen
yaşlarını?
Düşlere girer misin bir kış
vakti?
Tan yerinde dedelerimin ruhlarıyla
nasıl da at koşturmuştun...
Yalvartma bozkırı, ağlatma nehirleri; çık artık şu balbal yalnızlığından!..
At sırtındaki Huluku'yu özledi
kızıllığı gün doğumunun...
Gün batımınıysa hiç sorma;
çekilmiyor yıldızları saymadan...
Şimdi; aldılar altımızdan yağız
atımızı,
Kaldık bir meydanda yetim çocuklar
gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder