Çocukken, bir şey istediğimiz zaman
ağlardık. Gözyaşlarıyla anlatırdık isteklerimizi...
Sonra büyüdük ve ağlamak
yasaklandı bize... Tanrı'ya yakarırken bile ağlayamıyoruz.
Neden? Ya gözyaşlarımıza olan güvenimizi yitirdik ya da
Tanrı'ya...
Ağlamak acizlik olarak öğretildi
bize. “Erkekler ağlamaz” düsturuyla yetiştirildik.
Peki kadın ağlar mıydı? Ona da
bu hak tanınmadı. Çünkü erkeklerce, kadın zaten yaratılıştan
“aciz”di, “küçük”tü... Bir de ağlayarak acziyetini
perçinlememeliydi!.. Evladını bile kaybetse, dimdik ayakta durması
beklendi ondan...
* * *
Nankör insanoğlu, kendisine itaat
edene “köpek” dedi. İtaat etmeyene ise “nankör kedi”...
İnsanoğlu, kendisine benzemeyene
“insanlık” vasfı yakıştıramadı bir türlü... Ona göre ya
“ben” vardı evrende ya “öteki”...
Kurnazlar “tilki” oldu, saflar
“balık”... Akıllılar “cin” oldu, aptallar “kuş
beyinli”... Ama insanoğlu bilemedi ki kainat da ona bir sıfat
yakıştırmıştı bile; “insan olmak”...
İnsan olmak; üretmeden tüketebilme
hakkını kendinde görebilmekti.
İnsan olmak; yaratmadan öldürebilme
hakkını kendinde görebilmekti.
İnsan olmak; düşünme hakkına
sahip olmak ama düşünmemeyi seçebilmekti.
İnsan olmak; diğer tüm
yaratılmışlara hükmetme cüretini gösterebilmekti...
* * *
Elimizde sadece ağlama
hakkımız kaldı. Bizse, bu hakkı da kendi elimizden alıp yok
ediyoruz... Zaten tamamen kapanmış ve görmez olmuş gözlerimizdeki
son hayat damlasını da yok ediyoruz!.. İçimizdeki, ruhumuzdaki
son yaşları da içimize akıtıyoruz. Dünyadaki cehennemi kendi
ruhumuza, derinimize taşıyoruz.
Haydi, itiraf edelim;
kendi kendimizin katili biziz!.. Kendi kendimizin şeytanı biziz!..
Kendi kendimizin çukurunu kazan ve cehennemimizi yaratan biziz!..
Yine biziz... Hep biziz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder