Avdan dönen balıkçı teknelerinin
motor sesleri hala kulağımda... Bir akşam serinliğiyle birlikte,
denizin tuzunu ve balığın kokusunu da taşırlardı sahile...
İskelede balıkçılar, tiryaki akşamcılar ve kediler beklerdi...
Her yerde zeytin ağaçları...
Zeytinler ki gölgelerini toprağa sermişler, sanki uzun zamandır
oradalar... Buraya kişilik vermiş; deniz ve balık kokusu, bir de
zeytin ağaçları...
Ne “siren”leri gördüm, ne
“fok”ları, ne de “karataş”ını... Sadece adlarını duydum
tüm efsanelerin. Burayı bir başka yapan şeydi efsaneleri: Kybele,
Beşkapılar, Şeytan Hamamı... Tarihi yıkıntılar arasında
oynardık çocukken ve bunların yanında, kendi mitlerimizi de
yaratırdık: Kayalara insan sureti verir, kovuklardan ses
duyardık... Çocuktuk; dağları daha büyütüp, güneşi daha
sarartırdık...
Ufuktaki ufak tefek adalar, bize
uzak gelirdi. Bir kulaçlık kayalıkların bile adı vardı,
şahsiyeti vardı... Turistler, tatil tekneleriyle tadını çıkarsa
da denizlerin, o adalar hep bizimdi... Kiminin adı yoktu, kiminin
adı çok uzun...
İnsan çocukken, başka bir ufuk
aramıyor kendine... İnsan çocukken, kendi oyunlarını yaratıyor
kendi evreninde... Bizim oyunlarımız da Ege'liydi biraz,
denizliydi, tuzluydu... Sevmesem de balık kokardı, yosun kokardı...
Ey zaman, hangi zıpkınla vurdun
çocukluğumu!.. Hangi balıkçının ağında takılı kaldı
geçmişler... Al öyleyse büyüklüğümü; çocukluğumu geri
ver...
* siren: mitolojide denizkızı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder