Gece, uyku vakti geldi de geçiyor.
Gözümü yumdum, rüyaya daldım...
* * * * *
Bir gün deli bir boran esiyormuş.
Ağaçlar yerlerinden sökülmemek için toprağa sımsıkı
yapışmışlar. Bütün hayvanlar kovuklarına çekilmiş. Bulutlar,
gri gökyüzünde karmakarışık olmuş. Yeşil bir tepenin
zirvesinde, yalnız ve ulu bir çınar ağacı varmış. Çınarın
dalları yorgun, yaprakları bitkin... Deli boran yavaşlamış, ulu
çınara yaklaşıp sormuş: “Ey ulu çınar! Senin yaşın kaç?”
Ulu çınar şöyle bir silkelenmiş, dallarını hışırdatarak:
“Yaşımı bilmem ama ben toprağa düştüğüm zaman, henüz
kişioğlu yaratılmamıştı” demiş. Boran, çınara saygısından
esintisini hafifletmiş, yavaşlamış; usulca uzaklara çekilmiş...
* * * * *
Uzak bir bozkırın, en uzak
köşesinde unutulmuş bir ırmak varmış. Yılkı atlar, insanların
unuttuğu bu köşeye gelip ırmaktan su içerlermiş. Bir gün, çok
uzaklardan buralara göç etmiş bir yılkı sürüsü gelmiş.
Sürünün en önünde, yeleleri gümüş gibi parlayan, gözleri
şimşek gibi çakan, bembeyaz bir aygır varmış. Aygır, bu zorlu
göçün ardından geldikleri diyarı çok beğenmiş. Kişneyerek
sürüye; “burada yerleşelim” komutunu vermiş. Sonra da su
içmek için, masmavi, gürül gürül akan ırmağın yanına
gelmiş. Tam eğilip su içeceği sırada ırmak seslenmiş:
“Hoşgeldin yılkı reisi. Nereden geldin? Belli ki çok uzak
diyardan geldin.” Yılkı başını biraz geriye çekip ırmağın
mavi-beyaz köpüklü sularına bakmış. Sonra cevap vermiş: “Biz,
bir zamanlar Çingiz Kağan'ın at koşturduğu uzak bozkırdan
geldik ey gök-ırmak!..”
Irmakla aygır sohbeti
koyulaştırmış. Irmak sordukça aygır cevaplamış. Sonunda aygır
da bir soru sormak istemiş. Irmak, aygırın soru sormasına izin
vermiş. Aygır demiş ki: “Ey ulu gök-ırmak!.. Bunca şey
bilirsin, bunca kişi tanırsın. Söyle bana, sen kaç yaşındasın?”
Irmak, önce şöyle bir düşünmüş. Sonra, çok eski bir şeyler
hatırlamış gibi, bir başka çağlamaya başlamış: “Yaşımı
ancak Tanrı bilir. Lakin ömrüme dair ilk hatırladığım şey;
ben daha küçük bir derecik iken, Gök-Tanrı bana iki kişi
yolladı. Emretti ki, bunları besle, büyüt, yetiştir... Öyle
güzel kişiler yap ki, onların soyu acunun en seçkin soyu olsun...
İşte o günden sonra ben bu iki kişioğlunu besledim, doyurdum.
Sonra ikisi evlendi, çoğaldı, bu havzaya sığmaz oldu. Nice zaman
sonra hepsi buradan göçtü gitti. Kişioğulları beni hepten
unuttu...” Irmak bunları anlatınca, aygır buranın kutsal bir
mekan, ırmağın da kutsal bir ırmak olduğunu anlamış. Karar
vermiş ki, bütün bir sürü burada üreyecek ve hepsi, en yüce
hakanlara binek olacak derecede yaman atlar olacaklarmış... Irmak
da bunu kabul etmiş; yılkıları sularıyla beslemiş, onları
yüzyıllarca bağrında saklamış...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder