(...)
Babasının odası gözünün önüne
geliyordu. Buraya selamlık da derlerdi. Alçak sedirler ve kalın
halılarla döşeli olan bu geniş oda, vişne rengindeki
perdeleriyle biraz karanlıkça idi. Duvarlarda iğri ve altın
kakmalı kılıçlar, kamalar, piştovlar asılı idi. Hatta bir gün
babası bu kılıçlardan birini indirmiş, kınından çıkararak
ona birtakım siyah lekeler göstermiş:
“Bunlar ne, biliyor musun?” diye
sormuştu.
O, ne olduğunu anlamayarak:
“Çok kirlenmiş, temizletelim...”
cevabını vermişti.
Hala duyuyor gibi oluyordu; o vakit
babası gülümsemiş ve büyük eliyle minimini sırtını
okşayarak:
“Hayır oğlum” demişti,
“bunlar kir değil... Bunlar düşman kanı... Bu kılıç bize
dedelerimizden kaldı. Babam da, ben de onunla harbe gittik. Bu kılıç
yedi muharebe gördü. Üzerindeki düşman kanı en büyük
kıymetidir, temizlenmez...”
(...)
(Primo: Türk Çocuğu / Ömer
Seyfettin, 1911)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder