Bilmediğim bir dilde, hiç duymadığım
şarkılar çalınıyor kulağıma... Ben susuyorum...
Yağmurlarla girizgah yapıyorum
şiirime... Adını anmaya korktuğum kahramanların mahlasını
kullanıyorum. Duyduğum tüm sesler bir Lale Devri havası taşıyor
kulaklarıma... Ben susuyorum; sanki Nedim konuşuyor...
Hafif bir yel esiyor arkamdan.
Saçlarım bozkır toprağı kokuyor. Bir ağaç gölgesi arayan
yolcu gibi arıyorum kafiyeleri; bulamıyorum... Şiirlerde yarım
kalmanın hüznü; sözcüklerde bir kendine yetememe azabı...
Kulaklarımda bir Buhara ezgisi derinden derine... Ben susuyorum;
bozkır konuşuyor...
Kafamın içi bomboş; adeta
yazılmadan buruşturulmuş kağıtlar gibi... Kalemlerde tükenmiş
mürekkep... Damarımdaki kanla yazacağım, ama parşömene kırmızı
gitmiyor. Tüküreceğim ilham perisinin yüzüne, ilk gördüğüm
yerde!.. Bir sürtük misali gezerken yabanda, neden uğramaz ki
bize!..
Bir ressam karakalemle suratımı
çizmiş aynalara; hiç de benzetememiş... Ciddiye almıyorum
portremi(!); zira aynalara düşman olmak istemiyorum. Değil mi ki
neler çektik yeteneksiz ressamların elinden!.. Kimimize kocaman bir
burun çizdi, kimimize kepçe kulaklar... Alacağın olsun, elleri
kırılasıca kader!..
Sözcükler bir bir dökülüyor
kağıda... Gecenin bu derin saatinde, sokaktan çıt gelmiyor: Evler
susuyor, kaldırımlar susuyor, ağaçlar susuyor... Ben susuyorum;
kalem konuşuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder