VBB

26 Ekim 2013 Cumartesi

Unutulmayan destan



   Ayağının tozuyla geldi rüzgar; muştuladı doğan günü. Atlar, nallarında bozkırın tazeliğini getirdi. Güneş, yeni doğan her balaya ad koydu. Toprak, emzirdi hepsini dolgun memelerinden. Dağlar – Tanrı'ya en yakın olan o dağlar – dualarını esirgemedi çocuklarından...

   Alçak tepelerin ardındaki o engin düzlüklerde sesler kesildi. Uzun bir zaman duyulmadı at kişnemeleri. Yağmurlar bile sessizce süpürdü geçti boş toprakları. Irmaklar yalnızlıktan sıkılıp çatladı; kol kol ayrıldı hepsi...

   Sonra günlerden bir gün, ıssızlığın ortasından bir ordu çıkageldi. Kılıçlarını çekmiş, ileri uzanmış, keskin bakışlı, demir yüzlü binlerce asker... Dünyaya düzen vermek adına çıkageldiler uzak bozkırdan. Başlıya baş eğdirdiler, dizliye diz çöktürdüler... Ulu dağları aştılar uçarcasına, devasa duvarları delip geçtiler aslancasına... Kılıçları adalet dağıttı baş görmemiş nice ülkeye.

   Dev ordular, akın akın yürüdü güneşin battığı topraklara. Kimisi konakladığı yeri yurt belledi, kimisi sonsuza dek takip etti kaçan güneşi... Atları nice ırmağın suyundan içti, nice ülkenin toprağını tepti. Bayraklarının görmediği ülke kalmadı.

   Sonunda gün geldi dev ordular, ardında tek iz bırakmadan çekildi tarihin sıfırına... Arkalarında ne bir saray, ne bir övünç belgesi bıraktılar. Yalnızca adları kaldı anlı şanlı yadigar...

   Onlar övünmeyi sevmezdi, övüldüler... Onlar Tanrı'dan başkasına baş eğmezdi, tapıldılar...

   Şimdi bilinmeyen mezarları, kim bilir uçsuz bucaksız bozkırın hangi köşesinde kaldı? Arkalarında ne bir mezartaşı, ne bir heykel; sadece unutulmayan bir destan kaldı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder