VBB

18 Ekim 2013 Cuma

Şişe dibindeki öykü



   İnsanlar, içinde binlerce yıllık duvar resimleri taşıyan mağaralar gibidir. Keşfetmek istersen, onun isli, nemli, soğuk ve bilinmeyen derinliklerine dalmaya cesaret edeceksin...

* * *

   Daha yarım saat önce tanıdığım, uzun beyaz sakalıyla, sigara dumanından sapsarı olmuş bıyıklarıyla, kel kafasıyla bir berduşu andıran ihtiyar söyledi bana bu sözleri. İki parmağı arasında tuttuğu sigara sanki yıllardır oradaydı; öyle oturmuştu yerine... Yanında bir şarap şişesi, olmadı bir kutu bira olsa, tam da bildiğimiz “evsiz barksız, kimsesiz bilge ihtiyar” imajına cuk oturacaktı. Sessizliği bozarak beni hiç şaşırtmadı: “Ya evlat, hadi bana bir köpek öldüren ısmarla da kafam açılsın... Böyle ayık ayık olmuyor...” Kalktım, dediği neyse aldım getirdim. Bilirdim çünkü, insan parlak kafayla bilgece herzeler yumurtlayamaz...

   Hayatım boyunca hiç alkol almadığım ve almayı da düşünmediğim için, zihnimin demlenmesi için geceyi beklerim. Böylece geceleri yumurtlarım -ya da edebi tabiriyle- yaratırım!.. Ezberim kıt olduğu için ihtiyarın söylediklerini hemen, cebimden çıkardığım küçük defterime yazdım. İhtiyar bunu görünce bıyık altından şöyle bir güldü, ama aldırmadım... Benim çalışma stilim de bu (her yiğidin yoğurt yemesi falan filan)...

   İhtiyar feylesof -ona böyle hitap edeceğim- şişeyi kafaya diktikçe açıldı. Gözleri uzaklara daldı gitti. Tırnak kadar kalan sigarasından son fırtı da çekip attı. Sonra bana dönüp sarhoş lisanıyla, hayat dersleri vermeye devam etti: “Ben gördüğümden değil, göremediğimden korkarım... Ben önümde dikilenden değil, arkamdan iş çevirenden korkarım...” E bunlar da iyiymiş, yaz defterciğe...

   İnsan, ihtiyarladıkça değerlenmek, daha bir ilgi görmek istiyor herhalde. Vücut çaptan düşünce, insan kendini işe yaramaz sınıfına koyuyor. Belki de bu yüzden toplum, ihtiyarlara hep bilge ve akıl verici rollerini biçmiştir. Yoksa sanmayın ki her yaşlıda bilgelik var... Buna rağmen ne yalan söyleyeyim, laf ebeliği en çok ihtiyarlara yakışıyor. Onlar da torun torbayı karşısına alıp başlıyor gençliğindeki maceralarını anlatmaya (hemen inanmayın ha; çoğu da uydurmadır)...

   Bu ihtiyar feylesofta da ne torun var ne evlat... Yaşayıp gidiyor ömrünün son demlerini. İçip içip çevresindekilere kusuyor hayat tecrübelerini!.. Kimi zaman şişenin dibinde arta kalan son halüsinasyonlara, kimi zaman da bu kıyıya balık tutmaya inen talihsiz olta severlere...  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder