Üşüyorum... Üstüm başım çiy
taneleriyle ıslanmış... Rüzgar, arada eserek kendini
hatırlatıyor. Gecenin ayazı tepemde akbaba gibi dikilmiş adeta.
Gökteki bulutlar gecenin renginden de koyu, ama yağmur bırakmakta
kararsız gibiler... Öylece mıhlanmışlar gökyüzüne...
Üşüyorum, aslında soğuktan
değil; yalnızlıktan... İnsan en çok yalnızlıktan korkar, en
çok yalnızlıktan üşür; bilmediğim şey değil... Yalnızlıktan
titreyenleri ne sobalar ısıtabilir ne şehrin cayır cayır yanan
ışıkları... Sokak köpekleri bir duvarın dibinde büzülsün,
kediler aralarında bölüşemedikleri yemek için dalaşsın;
evsizler, evden kovulanlar, otelde kalacak para bulamayanlar, nemli
park oturaklarında sızsın... Sen onlarla birlikte, ama onlarsız
bütün geceyi sokaklarda geçir...
Ayaklarım yürümekten dermansız
düştü. Ayakkabımın içi suyla dolu, parmaklarım büzülmüş
halde yolları tepiyorum. Nereye gittiğimin önemi yok. Zaten bütün
sokaklar birbirine benziyor... Kaldırımlar her yerde aynı, çöp
tenekeleri her sokakta pis kokulu, sokak başları her defasında
ıssız... Sevimsiz şehir, geceleri böylece daha da sevimsiz...
Kendimi, gece kaldırımlarda
dolanan şairler gibi hissetmek istemiyorum. Necip Fazıl'ın
“Kaldırımlar”ını unutsam, hele Haşim'i hiç okumamış
olsam... Otuz beşime geldiğimde Cahit Sıtkı'yı hiç
hatırlamasam...
Tüm okuduklarımı, hatta aklımı
da sana vereyim Tanrı'm; sen de bana huzurumu geri ver!.. O saf,
temiz, tasasız çocukluk günlerindeki gibi... Okuldan kaçıp
parklarda oynamak gibi... Komşu bahçelere girip meyve aşırmak ve
yakalanmamak gibi... Ağlamak, sonra niçin ağladığını unutmak
gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder