VBB

6 Ocak 2014 Pazartesi

dostum...




   Uzun yıllar önce oturduğumuz o eski mahalleyi hatırladım geçende: Daracık sokaklarıyla, birbirine bitişik evleriyle, sokak başındaki çeşmesiyle çocukluk hatıralarımda yer etmişti. Komşularımız hep birbirini tanır ve severdi. Eski zamanlardan kalmış bir numuneydi bizim mahallemiz.

   Düşündükçe hatırlıyorum: Fatma Teyze ile kocası Niyazi Amca'yı, Bakkal Ahmet Amca'yı, Nesrin Abla'yı, arkadaşlarım Orhan'ı, Birol'u, Eşref'i... Top oynadığımız o geniş toprak arsayı, küçük ve bakımsız okulumuzu, evimizi; evimizin bahçesini, incir ağacımızı... Evet, bir de mahallemizin delisi vardı; Ramazan... Mahallemizin maskotu gibi bir şeydi o... Herkes tanırdı, severdi. Bu yaşımda bile onu her hatırlayışımda tebessüm ederim; biraz da hüzünlenirim. Neden mi? En iyisi size Ramazan'ın öyküsünü anlatayım ben:

   Ramazan, biraz aklı kıt biriydi. İnsanlar ona deli der geçerdi. Yaşı otuz var ya da yoktu. Ana babası ölünce, mahallenin başındaki ahşap konakta oturan teyzesi bakımını üstlenmişti. Yıllarca ihtiyar teyzesi ona sahip çıkmıştı. Bir gün kadın ölünce, başka şehirde yaşayan hayırsız oğluyla kızı gelmişti. Analarının konağını satmışlar, parayı alınca çekip gitmişlerdi. Teyze çocukları Ramazan'ı ne aramışlar ne sormuşlardı. Zavallıcık, evsiz barksız, bakımsız, kimsesiz sokak ortasında kalakalmıştı. O zaman mahallelinin abisi Niyazi Amca biçareye yardım etmek istemişti, ama nafile... Hangi eve götürseler bir gece kalmaz, kapıdan ya da pencereden kaçıverirdi. Yaşlı teyzesinin ölümünden sonra adeta hiçbir yere sığamaz olmuştu. Sokaklarda yatıyordu. Ne verileni üstüne giyiyor ne de evine buyur edeni kabul ediyordu... Yaz kış sokaklarda, saçak altlarında, parklarda, ağaç diplerinde yatardı. Ayağında yalnız eski lastik terlikleri vardı. Onları da kışın giyer; yazın yeleğinin cebine saklar, çıplak ayakla gezerdi. Muhtar Hasan Amca, Niyazi Amca, Bakkal Ahmet Amca ve mahalleli ona yiyecek içecek verirdi de ölmeden yaşar giderdi.

   İşte bu garip Ramazan'ı herkes tanırdı, bilirdi. Onu görenler yanından geçerken selam verir, halini hatırını sorardı. O ise kimseye cevap vermez, kimseyle konuşmazdı. Yalnız, arada bir sokak ortasında sebepsiz yere bağırır çağırır; orada burada duyduğu şarkıları haykıra haykıra söylerdi. Bir keresinde Barış Manço'nun “Arkadaşım Eşşek” şarkısını diline dolamış, bir hafta boyunca sokaklarda bağıra bağıra dolaşmıştı.

   Ramazan, mahallesini de kendince kollar, gözetirdi. Bir gün, arkadaşım Orhanların evine giren hırsızı da o yakalatmıştı: Hırsızı gören Ramazan, adamın arkasına geçip taş atmaya başlamış; hırsız ise gece vakti karanlıkta kimin olduğunu seçemeyince ürküp kaçmaya başlamış. Hırsızın ardından bağırıp çağıran Ramazan, tüm mahalleyi gecenin bir vakti ayağa dikmişti. Böylece hırsız, daha sokağın başına çıkamadan enselenmişti. O günden sonra mahallelinin Ramazan'a olan sevgisi daha da artmıştı. O artık, adeta bir halk kahramanı olmuştu.

   Deli Ramazan'ın en iyi dostu, mahallenin en varlıklı ailesi sayılan Karacanların köpeğiydi. Bu evcil süs köpeği, kabarık bembeyaz tüyleriyle, ufacık boyuyla, boncuk boncuk kara gözleriyle çok sevimli bir hayvandı. Adı Pamuk'tu. Bizim Ramazan ise dostuna Pişmaniye adını takmıştı. Köpekçiğin kabarık tüylerini görüntüsünü pişmaniyeye benzetmişti kendince. Hatta Bakkal Ahmet Amca'nın yesin diye verdiği bir parça pişmaniyeyi de; “dostuma benziyor!” deyip reddetmişti.

   Ramazan, köpeği ne zaman evin camında ya da balkonda görse, ona aşağıdan el sallar; hatta aklında kalan şarkıları söylerdi. Onunla dertleşir, kimseye söyleyemediği şeyleri onunla paylaşırdı. Köpekçik de anlıyormuş gibi o ne derse kulak kabartır, pür dikkat dinlerdi.

   Günlerden bir gün, mahallemizde sebebi bilinmeyen bir yangın çıkmıştı. Mahallenin, çoğu ahşaptan olan evleri alevler içinde kalmıştı. Ortalık mahşer yerine dönmüş, herkes kendi canının derdine düşmüştü. Alevden ve dumandan göz gözü görmüyordu. Çığlıklar, bağrışmalar, ağlamalar, inlemeler... Derken Karacanların evinin önünden bir çığlık yükselmişti. Evin küçük oğlu Selim bağırıyordu:
   _ “Anne!.. Pamuk içerde kaldı!..”
   Sevimli süs köpeği Pamuk, alevler içinde yanan evde mahsur kalmıştı. Ailenin babası Ferit Bey, karısını ve iki çocuğunu alevlerden zor kurtarmış, ama zavallı hayvanı evde unutmuştu. Duruma herkesin içi acıyordu, lakin cayır cayır yanan eve yaklaşmak mümkün değildi. Çocuklar bir yandan ağlıyor, bir yandan da çığlık çığlığa: “Pamuk!.. Pamuk!..” diye bağırıyordu. O anda, evin arka odalarından birinden Pamuk'un havlama sesi duyulmuştu. Zavallı köpek, korku içinde feryat ediyordu adeta...

   İşte o saniye, kalabalığı yararak Ramazan çıkmıştı ortaya. Gözleri, daha önce görülmemiş bir biçimde alev alevdi. Adeta deliliği gitmiş de akıllanmıştı. Ağzından yalnız:
   _ “Dostum... Pişmaniye...” sözleri çıkabilmişti.
   Bugün bile hatırlarım: Büyük bir kararlılıkla, sırtındaki yeleğini ve terliklerini çıkarıp bir kenara attı. Etraftakiler daha: “Dur!.. Etme...” diyemeden, ok gibi fırlamıştı. Cayır cayır yanan evin açık balkon kapısından içeri girdi. O anlarda bile evden, zavallı hayvanın acı havlamaları kulağımıza geliyordu. Aradan bir dakika geçti geçmedi... Pamuk, evin balkonundan fırlayarak önce bahçeye, oradan da sokağa attı kendini. Üstü başı is içindeydi. Ufacık kara gözleri, korkudan fincan gibi açılmıştı. Karacanların çocukları, korkmuş köpekçiği hemen kucakladılar, sakinleştirdiler. Lakin Ramazan ortada yoktu. Herkes, alev topuna dönmüş eve bir kere daha baktı. Kalabalıktan belli belirsiz bir “vahh!..” sesi çıkmıştı. Herkesin o anda yüreği cız etmişti. Pamuk dahi durumu sezmiş, alevlere doğru havlamaya başlamıştı.

   Bu büyük yangın, ertesi gün ancak söndürülebilmişti. Ramazan ise o yanan evden hiç çıkamamıştı. O ev de diğer ahşap evler gibi yanıp kül olmuştu. Mahalleli, zavallı Ramazan'ın yanmış cesedine ulaşmak, ona en azından son görevlerini yapmak istiyorlardı. Saatlerce aradılar taradılar. Cesedi bir türlü bulamadılar. Kimileri:
   _ “Arka pencerelerden birinden çıkıp kurtulmuştur” diyordu. Kimi ihtiyarlar da:
   _ “Belli ki mübarek biriymiş, kıymetini bilemedik... Bak, adam yanmadı, uçtu gitti...” diyerek kendilerince efsane üretiyorlardı. Gerçeği ise hiç öğrenemedik. Ramazan'a bir daha rastlayan da olmadı zaten. Belki öldü, belki bir yerlerde yaşıyordur...

   Bense onu ne zaman hatırlasam; bu meczup adamın dostu Pamuk -ya da kendi verdiği isimle- Pişmaniye için yaptığı fedakarlık aklıma gelir, hüzünlenirim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder