Uzun yıllar önce oturduğumuz o eski
mahalleyi hatırladım geçende: Daracık sokaklarıyla, birbirine
bitişik evleriyle, sokak başındaki çeşmesiyle çocukluk
hatıralarımda yer etmişti. Komşularımız hep birbirini tanır ve
severdi. Eski zamanlardan kalmış bir numuneydi bizim mahallemiz.
Düşündükçe hatırlıyorum:
Fatma Teyze ile kocası Niyazi Amca'yı, Bakkal Ahmet Amca'yı,
Nesrin Abla'yı, arkadaşlarım Orhan'ı, Birol'u, Eşref'i... Top
oynadığımız o geniş toprak arsayı, küçük ve bakımsız
okulumuzu, evimizi; evimizin bahçesini, incir ağacımızı... Evet,
bir de mahallemizin delisi vardı; Ramazan... Mahallemizin maskotu
gibi bir şeydi o... Herkes tanırdı, severdi. Bu yaşımda bile onu
her hatırlayışımda tebessüm ederim; biraz da hüzünlenirim.
Neden mi? En iyisi size Ramazan'ın öyküsünü anlatayım ben:
Ramazan, biraz aklı kıt biriydi.
İnsanlar ona deli der geçerdi. Yaşı otuz var ya da yoktu. Ana
babası ölünce, mahallenin başındaki ahşap konakta oturan
teyzesi bakımını üstlenmişti. Yıllarca ihtiyar teyzesi ona
sahip çıkmıştı. Bir gün kadın ölünce, başka şehirde yaşayan
hayırsız oğluyla kızı gelmişti. Analarının konağını
satmışlar, parayı alınca çekip gitmişlerdi. Teyze çocukları
Ramazan'ı ne aramışlar ne sormuşlardı. Zavallıcık, evsiz
barksız, bakımsız, kimsesiz sokak ortasında kalakalmıştı. O
zaman mahallelinin abisi Niyazi Amca biçareye yardım etmek
istemişti, ama nafile... Hangi eve götürseler bir gece kalmaz,
kapıdan ya da pencereden kaçıverirdi. Yaşlı teyzesinin ölümünden
sonra adeta hiçbir yere sığamaz olmuştu. Sokaklarda yatıyordu.
Ne verileni üstüne giyiyor ne de evine buyur edeni kabul
ediyordu... Yaz kış sokaklarda, saçak altlarında, parklarda, ağaç
diplerinde yatardı. Ayağında yalnız eski lastik terlikleri vardı.
Onları da kışın giyer; yazın yeleğinin cebine saklar, çıplak
ayakla gezerdi. Muhtar Hasan Amca, Niyazi Amca, Bakkal Ahmet Amca ve
mahalleli ona yiyecek içecek verirdi de ölmeden yaşar giderdi.
İşte bu garip Ramazan'ı herkes
tanırdı, bilirdi. Onu görenler yanından geçerken selam verir,
halini hatırını sorardı. O ise kimseye cevap vermez, kimseyle
konuşmazdı. Yalnız, arada bir sokak ortasında sebepsiz yere
bağırır çağırır; orada burada duyduğu şarkıları haykıra
haykıra söylerdi. Bir keresinde Barış Manço'nun “Arkadaşım
Eşşek” şarkısını diline dolamış, bir hafta boyunca
sokaklarda bağıra bağıra dolaşmıştı.
Ramazan, mahallesini de kendince
kollar, gözetirdi. Bir gün, arkadaşım Orhanların evine giren
hırsızı da o yakalatmıştı: Hırsızı gören Ramazan, adamın
arkasına geçip taş atmaya başlamış; hırsız ise gece vakti
karanlıkta kimin olduğunu seçemeyince ürküp kaçmaya başlamış.
Hırsızın ardından bağırıp çağıran Ramazan, tüm mahalleyi
gecenin bir vakti ayağa dikmişti. Böylece hırsız, daha sokağın
başına çıkamadan enselenmişti. O günden sonra mahallelinin
Ramazan'a olan sevgisi daha da artmıştı. O artık, adeta bir halk
kahramanı olmuştu.
Deli Ramazan'ın en iyi dostu,
mahallenin en varlıklı ailesi sayılan Karacanların köpeğiydi.
Bu evcil süs köpeği, kabarık bembeyaz tüyleriyle, ufacık
boyuyla, boncuk boncuk kara gözleriyle çok sevimli bir hayvandı.
Adı Pamuk'tu. Bizim Ramazan ise dostuna Pişmaniye adını takmıştı.
Köpekçiğin kabarık tüylerini görüntüsünü pişmaniyeye
benzetmişti kendince. Hatta Bakkal Ahmet Amca'nın yesin diye
verdiği bir parça pişmaniyeyi de; “dostuma benziyor!” deyip
reddetmişti.
Ramazan, köpeği ne zaman evin
camında ya da balkonda görse, ona aşağıdan el sallar; hatta
aklında kalan şarkıları söylerdi. Onunla dertleşir, kimseye
söyleyemediği şeyleri onunla paylaşırdı. Köpekçik de
anlıyormuş gibi o ne derse kulak kabartır, pür dikkat dinlerdi.
Günlerden bir gün, mahallemizde
sebebi bilinmeyen bir yangın çıkmıştı. Mahallenin, çoğu
ahşaptan olan evleri alevler içinde kalmıştı. Ortalık mahşer
yerine dönmüş, herkes kendi canının derdine düşmüştü.
Alevden ve dumandan göz gözü görmüyordu. Çığlıklar,
bağrışmalar, ağlamalar, inlemeler... Derken Karacanların evinin
önünden bir çığlık yükselmişti. Evin küçük oğlu Selim
bağırıyordu:
_ “Anne!.. Pamuk içerde kaldı!..”
Sevimli süs köpeği Pamuk, alevler
içinde yanan evde mahsur kalmıştı. Ailenin babası Ferit Bey,
karısını ve iki çocuğunu alevlerden zor kurtarmış, ama zavallı
hayvanı evde unutmuştu. Duruma herkesin içi acıyordu, lakin cayır
cayır yanan eve yaklaşmak mümkün değildi. Çocuklar bir yandan
ağlıyor, bir yandan da çığlık çığlığa: “Pamuk!..
Pamuk!..” diye bağırıyordu. O anda, evin arka odalarından
birinden Pamuk'un havlama sesi duyulmuştu. Zavallı köpek, korku
içinde feryat ediyordu adeta...
İşte o saniye, kalabalığı
yararak Ramazan çıkmıştı ortaya. Gözleri, daha önce görülmemiş
bir biçimde alev alevdi. Adeta deliliği gitmiş de akıllanmıştı.
Ağzından yalnız:
_ “Dostum... Pişmaniye...”
sözleri çıkabilmişti.
Bugün bile hatırlarım: Büyük
bir kararlılıkla, sırtındaki yeleğini ve terliklerini çıkarıp
bir kenara attı. Etraftakiler daha: “Dur!.. Etme...” diyemeden,
ok gibi fırlamıştı. Cayır cayır yanan evin açık balkon
kapısından içeri girdi. O anlarda bile evden, zavallı hayvanın
acı havlamaları kulağımıza geliyordu. Aradan bir dakika geçti
geçmedi... Pamuk, evin balkonundan fırlayarak önce bahçeye,
oradan da sokağa attı kendini. Üstü başı is içindeydi. Ufacık
kara gözleri, korkudan fincan gibi açılmıştı. Karacanların
çocukları, korkmuş köpekçiği hemen kucakladılar,
sakinleştirdiler. Lakin Ramazan ortada yoktu. Herkes, alev topuna
dönmüş eve bir kere daha baktı. Kalabalıktan belli belirsiz bir
“vahh!..” sesi çıkmıştı. Herkesin o anda yüreği cız
etmişti. Pamuk dahi durumu sezmiş, alevlere doğru havlamaya
başlamıştı.
Bu büyük yangın, ertesi gün
ancak söndürülebilmişti. Ramazan ise o yanan evden hiç
çıkamamıştı. O ev de diğer ahşap evler gibi yanıp kül
olmuştu. Mahalleli, zavallı Ramazan'ın yanmış cesedine ulaşmak,
ona en azından son görevlerini yapmak istiyorlardı. Saatlerce
aradılar taradılar. Cesedi bir türlü bulamadılar. Kimileri:
_ “Arka pencerelerden birinden
çıkıp kurtulmuştur” diyordu. Kimi ihtiyarlar da:
_ “Belli ki mübarek biriymiş,
kıymetini bilemedik... Bak, adam yanmadı, uçtu gitti...” diyerek
kendilerince efsane üretiyorlardı. Gerçeği ise hiç öğrenemedik.
Ramazan'a bir daha rastlayan da olmadı zaten. Belki öldü, belki
bir yerlerde yaşıyordur...
Bense onu ne zaman hatırlasam; bu
meczup adamın dostu Pamuk -ya da kendi verdiği isimle- Pişmaniye
için yaptığı fedakarlık aklıma gelir, hüzünlenirim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder