VBB

15 Mart 2014 Cumartesi

bozkırın çocukları




   Güneş her sabah kişioğullarını selamlıyor. Diyor ki: “Ey Tanrı'nın kulları! Uyanın ve Yüce Yaratıcı'ya dua edin!..”
   Şaman, güneşin ilk ışıklarını selamlıyor. Yeni doğan günü kutluluyor. Elindeki çamçağı göğe doğru kaldırıp duasını okuduktan sonra tek hamlede kafasına dikiyor, içiyor. Gökte bulutlar açılıyor, sisler dağılıyor. Mavi gök, yüzünü büyük bozkıra cömertçe gösteriyor. Güneş sımsıcak gülümsüyor.

   Sabah yeli, yükseklerdeki çamların dallarını okşuyor. Çamlar aheste aheste sallanıyor. Dallardaki kozalaklar birbirlerine çarparak “tıkır tıkır” sesler çıkarıyorlar. Arada bir iki tane kozalak yere düşüyor, toprakta “tok” diye ses çıkarıyor. Ağaçkakanlar uykudan uyanmış, işbaşı yapmışlar. Etraf “takır tukur” gaga sesleriyle yankılanıyor.

   Rüzgar hafifçe, düzlükteki çimenlere ve bodur otlara dokunuyor. Otlar hep birden boyun eğiyorlar. Rüzgar bütün bozkıra sesleniyor: “Haydi, uyan bozkır uyan!.. Kalk, silkin bozkır...” Bozkır silkiniyor, uyanıp kendine geliyor.

   Şaman, sabah yelini selamlıyor. Tam karşısında heybetle duran Altay Dağları'nın doruklarını selamlıyor. Doruklar bembeyaz karlar içinde: Şaman'ın uzun, seyrek sakalıyla aynı renkte. Altaylar'ın eteklerinde yemyeşil çam ormanları... Çamlarda kozalaklar. Ormanda ağaçkakanlar, geyikler, ayılar, kurtlar... Hepsi yeni doğan sabahla birlikte uyanıyor.


* * *


   Şaman, gökteki yerinden, Gök-Tanrı'nın yanından yeryüzüne indirildiği günden beri yalnız yaşıyordu. Aradan yıllar, mevsimler geçmişti. Yalnızlıktan sıkılan Şaman kuşlarla konuşmuş, geyiklerle konuşmuş, kurtlarla konuşmuştu... Hepsinin dilini çözmüştü. Hepsiyle konuşuyor, anlaşıyordu. Buna rağmen yalnızlığını dindirememişti. Artık canına tak etmiş, Tanrı'ya yalvarmış yakarmıştı: “Bana kendi cinsimden, kendi şeklimden bir kişioğlu gönder Tanrım!..” Günlerce, haftalarca, aylarca yakarmış durmuştu.

   İşte o gün; uyanıp da her sabah olduğu gibi göğü ve doğayı selamladığı gün, Tanrı yakarışlarına cevap verdi. Şaman, dağların ötesinden, daha önce hiç duymadığı bir uğultu işitti. Uğultu, esen rüzgarla geldi, Şaman'ın kulaklarına doldu. Şaman, bunu duyunca korkarak yerinden doğruldu. Yüzünü endişeyle Altaylar'a çevirdi. Uğultu gitgide yükseldi, gürültü haline geldi. Şaman'ın korkusu bir kat daha arttı. Olduğu yerde duramadı, koştu çadırına girdi. Çadırın, kızılçam ağacından kendi eliyle oyduğu kapısını sımsıkı kapattı. Köşeye geçip öylece büzüldü kaldı. Şimdi tir tir titriyor, dişleri takırdıyor, dizleri zangırdıyordu.

   Dışarıda yükselen gürültü ta çadırın önüne kadar gelmişti. Sanki dışarıda bir şeyler onu arıyor, hızla bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Şaman, birkaç dakika öylece yerinden kımıldayamadı. Sonunda cesaretini topladı, ayağa kalktı. Yavaş yavaş kapıya yanaştı. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Elleri de titriyordu. Çadırın kapısını hafiften araladı, dışarıya kulak kabarttı. Gürültü kesilmişti. Gücünü topladı, kapıyı sonuna kadar açıp dışarı çıktı. Kapının beş on adım ötesinde, güzeller güzeli bir maral duruyordu. Maral o kadar sevimliydi ki Şaman deminki telaşını unutup ona gülümsedi. Sanki maral da ona bakıp gülümsüyordu. Şaman, marala yaklaştı, elini uzattı; bu güzelim hayvanın başını okşadı. Maral hiç korkmadı, kaçmadı. Sadece başını uzattı, o güzel badem gözleriyle Şaman'ı süzdü.

   Şaman ile maral birkaç saniye öylece bakıştılar. Maral ansızın, Şaman'ın çadırına dalıverdi. Şaman ise buna çok şaşırdı, olduğu yerde kalakaldı. Neden sonra kendini topladı, kapıya yöneldi. Daha içeri adımını atamadan kapı eşiğinde donakaldı. İçeride, köşedeki ayı postunun üstüne oturmuş dünyalar güzeli bir kız vardı. Kız, beline kadar uzayan simsiyah saçlarıyla, çekik gözleriyle, ay gibi bembeyaz teniyle zavallı Şaman'ın o anda aklını başından almıştı. Zavallı Şaman adeta olduğu yere mıhlandı, içeriye adım atamadı. Kıza bakıyor, bakıyor ama ağzından tek kelime çıkmıyordu. Sonra silkindi, kendine geldi. Düşündü: Evet, Gök-Tanrı yakarışlarını duymuş, ona bir eş göndermişti. Bu, Yüce Tanrı'nın ona bir armağanıydı. Şaman şimdi mutluluktan neredeyse ağlayacaktı. Yavaşça çadırdan içeri girdi. Gitti kızın yanına oturdu. Yüzüne baktı, baktı... Bu güzel, bembeyaz yüze bakmaya doyamıyordu. Bütün cesaretini toplayıp sordu:
   _ Adın ne senin?
   Kız cevap veremedi. Sanki konuşmayı bilmiyordu. Sadece, gülümseyerek Şaman'ın gözlerinin içine bakmakla yetindi. Şaman, güzel kızın elinden tuttu, alnından öptü. Dedi ki:
   _ Sen, bana göğün armağanısın. Bana Tanrı katından geldin. Hoş geldin göğün kızı... Sen çok güzelsin. Güneş gibi parlak, dolunay gibi beyazsın. Senin adın ne ola ki? Sonra kendi kendine düşündü, karar verdi: Evet, buldum... Senin adın “Gündoğdu” olsun. Nasıl, adını beğendin mi?
   Kız bir şey diyemedi. Sadece Şaman'ın yüzüne bakarak gülümsüyordu. Şaman da ona bakmaya doyamıyordu. Öylece bakıştılar, bakıştılar...


* * *


   Şaman ile Gündoğdu, geceyi çadırda koyun koyuna geçirdi. Yıldızlar onlar için sevindi, ay onlar için dua etti. Sabah, dağların dorukları aydınlanmaya başlayınca Şaman, güneşi selamlamak için uyandı, hazırlandı. Hala mışıl mışıl uyuyan Gündoğdu'yu da uyandırdı:
   _ Haydi Gündoğdu, uyan. Yeni doğan günle birlikte Yüce Tanrı'yı selamlayalım. Yeni doğan bu günü kutlulayalım.
   Birlikte çadırdan çıktılar. Dağlar ardından yeni doğmaya başlayan güneşi selamladılar. Şaman:
   _ Bak Gündoğdu, bu doruklar ulu Altay Dağları'dır. Koruyucu Altay Han bizi oradan izler, bizi gözetir, dedi. Gündoğdu şimdi onu pürdikkat dinliyordu. Şaman, eliyle gökyüzünü göstererek:
   _ Yüce Gök-Tanrı, göklerin en üst katından, yarattığı her şeyi yönetir. Göğün diğer katlarında Ülgen Ata'mız, Umay Ana'mız otururlar. Onlar da yeryüzündeki her şeyi korur ve gözetirler.
   Şaman bunları söyledikten sonra ellerini göğe kaldırdı. Gündoğdu da ellerini aynı Şaman gibi göğe kaldırdı. Onu taklit ederek Gök-Tanrı'ya dua etti. İkisi, aynı çamçaktan acı kımız içtiler, Tanrı'ya tekrar tekrar şükrettiler.

   Güneş dağları aştı, tüm bozkırı aydınlattı. Ormanlar, ağaçlar uyandı. Kurtlar, kuşlar uyandı. Sular, nehirler, göller uyandı. Yer ve gök, doğan bu yeni güne artık hazırdı.

   Şaman ve Gündoğdu, ölünceye dek birlikte yaşadılar. Yıllar içinde iki tane oğulları oldu. İlk oğullarının adını “Temirkutluk”; ikinci oğullarının adını “Kızılkutluk” koydular. Bu oğullar büyüyüp yaşları erişince, göğün kızlarıyla evlendiler. Onların da bir düzine çocuğu oldu. Bu yeni türeyen kişioğlu nesline Bay-Ülgen şahitlik etti; Umay-Ana da kefil oldu.

   
   Altay Dağları'nın eteklerinde, yüksek bozkırlarda yaratılan bu insan soyuna bütün yabani atlar boyun eğdi. Kendilerini binek olarak onların hizmetine sundu. Gökteki kuşlar onlara av oldu. Kurtlar onlara rehberlik etti. Yüceler Yücesi Gök-Tanrı'nın emriyle dağlar, taşlar, ırmaklar, denizler hep dümdüz yol oldu; onlara geçit oldu. Bu kutlu nesil bütün acuna yayıldı, ulu çınarlar gibi kök saldı. Böylece bütün yeryüzüne hükmetti. Gök-Tanrı bu kutlu nesli bengi kılsın...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder