Güneş her sabah kişioğullarını
selamlıyor. Diyor ki: “Ey Tanrı'nın kulları! Uyanın ve Yüce
Yaratıcı'ya dua edin!..”
Şaman, güneşin ilk ışıklarını
selamlıyor. Yeni doğan günü kutluluyor. Elindeki çamçağı göğe
doğru kaldırıp duasını okuduktan sonra tek hamlede kafasına
dikiyor, içiyor. Gökte bulutlar açılıyor, sisler dağılıyor.
Mavi gök, yüzünü büyük bozkıra cömertçe gösteriyor. Güneş
sımsıcak gülümsüyor.
Sabah yeli, yükseklerdeki çamların
dallarını okşuyor. Çamlar aheste aheste sallanıyor. Dallardaki
kozalaklar birbirlerine çarparak “tıkır tıkır” sesler
çıkarıyorlar. Arada bir iki tane kozalak yere düşüyor, toprakta
“tok” diye ses çıkarıyor. Ağaçkakanlar uykudan uyanmış,
işbaşı yapmışlar. Etraf “takır tukur” gaga sesleriyle
yankılanıyor.
Rüzgar hafifçe, düzlükteki
çimenlere ve bodur otlara dokunuyor. Otlar hep birden boyun
eğiyorlar. Rüzgar bütün bozkıra sesleniyor: “Haydi, uyan
bozkır uyan!.. Kalk, silkin bozkır...” Bozkır silkiniyor, uyanıp
kendine geliyor.
Şaman, sabah yelini selamlıyor.
Tam karşısında heybetle duran Altay Dağları'nın doruklarını
selamlıyor. Doruklar bembeyaz karlar içinde: Şaman'ın uzun,
seyrek sakalıyla aynı renkte. Altaylar'ın eteklerinde yemyeşil
çam ormanları... Çamlarda kozalaklar. Ormanda ağaçkakanlar,
geyikler, ayılar, kurtlar... Hepsi yeni doğan sabahla birlikte
uyanıyor.
* * *
Şaman, gökteki
yerinden, Gök-Tanrı'nın yanından yeryüzüne indirildiği günden
beri yalnız yaşıyordu. Aradan yıllar, mevsimler geçmişti.
Yalnızlıktan sıkılan Şaman kuşlarla konuşmuş, geyiklerle
konuşmuş, kurtlarla konuşmuştu... Hepsinin dilini çözmüştü.
Hepsiyle konuşuyor, anlaşıyordu. Buna rağmen yalnızlığını
dindirememişti. Artık canına tak etmiş, Tanrı'ya yalvarmış
yakarmıştı: “Bana kendi cinsimden, kendi şeklimden bir kişioğlu
gönder Tanrım!..” Günlerce, haftalarca, aylarca yakarmış
durmuştu.
İşte o gün; uyanıp da
her sabah olduğu gibi göğü ve doğayı selamladığı gün, Tanrı
yakarışlarına cevap verdi. Şaman, dağların ötesinden, daha
önce hiç duymadığı bir uğultu işitti. Uğultu, esen rüzgarla
geldi, Şaman'ın kulaklarına doldu. Şaman, bunu duyunca korkarak
yerinden doğruldu. Yüzünü endişeyle Altaylar'a çevirdi. Uğultu
gitgide yükseldi, gürültü haline geldi. Şaman'ın korkusu bir
kat daha arttı. Olduğu yerde duramadı, koştu çadırına girdi.
Çadırın, kızılçam ağacından kendi eliyle oyduğu kapısını
sımsıkı kapattı. Köşeye geçip öylece büzüldü kaldı. Şimdi
tir tir titriyor, dişleri takırdıyor, dizleri zangırdıyordu.
Dışarıda yükselen
gürültü ta çadırın önüne kadar gelmişti. Sanki dışarıda
bir şeyler onu arıyor, hızla bir o yana bir bu yana koşturuyordu.
Şaman, birkaç dakika öylece yerinden kımıldayamadı. Sonunda
cesaretini topladı, ayağa kalktı. Yavaş yavaş kapıya yanaştı.
Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Elleri de titriyordu.
Çadırın kapısını hafiften araladı, dışarıya kulak kabarttı.
Gürültü kesilmişti. Gücünü topladı, kapıyı sonuna kadar
açıp dışarı çıktı. Kapının beş on adım ötesinde,
güzeller güzeli bir maral duruyordu. Maral o kadar sevimliydi ki
Şaman deminki telaşını unutup ona gülümsedi. Sanki maral da ona
bakıp gülümsüyordu. Şaman, marala yaklaştı, elini uzattı; bu
güzelim hayvanın başını okşadı. Maral hiç korkmadı, kaçmadı.
Sadece başını uzattı, o güzel badem gözleriyle Şaman'ı süzdü.
Şaman ile maral birkaç
saniye öylece bakıştılar. Maral ansızın, Şaman'ın çadırına
dalıverdi. Şaman ise buna çok şaşırdı, olduğu yerde
kalakaldı. Neden sonra kendini topladı, kapıya yöneldi. Daha
içeri adımını atamadan kapı eşiğinde donakaldı. İçeride,
köşedeki ayı postunun üstüne oturmuş dünyalar güzeli bir kız
vardı. Kız, beline kadar uzayan simsiyah saçlarıyla, çekik
gözleriyle, ay gibi bembeyaz teniyle zavallı Şaman'ın o anda
aklını başından almıştı. Zavallı Şaman adeta olduğu yere
mıhlandı, içeriye adım atamadı. Kıza bakıyor, bakıyor ama
ağzından tek kelime çıkmıyordu. Sonra silkindi, kendine geldi.
Düşündü: Evet, Gök-Tanrı yakarışlarını duymuş, ona bir eş
göndermişti. Bu, Yüce Tanrı'nın ona bir armağanıydı. Şaman
şimdi mutluluktan neredeyse ağlayacaktı. Yavaşça çadırdan
içeri girdi. Gitti kızın yanına oturdu. Yüzüne baktı, baktı...
Bu güzel, bembeyaz yüze bakmaya doyamıyordu. Bütün cesaretini
toplayıp sordu:
_ Adın ne senin?
Kız cevap veremedi.
Sanki konuşmayı bilmiyordu. Sadece, gülümseyerek Şaman'ın
gözlerinin içine bakmakla yetindi. Şaman, güzel kızın elinden
tuttu, alnından öptü. Dedi ki:
_ Sen, bana göğün
armağanısın. Bana Tanrı katından geldin. Hoş geldin göğün
kızı... Sen çok güzelsin. Güneş gibi parlak, dolunay gibi
beyazsın. Senin adın ne ola ki? Sonra kendi kendine düşündü,
karar verdi: Evet, buldum... Senin adın “Gündoğdu” olsun.
Nasıl, adını beğendin mi?
Kız bir şey diyemedi.
Sadece Şaman'ın yüzüne bakarak gülümsüyordu. Şaman da ona
bakmaya doyamıyordu. Öylece bakıştılar, bakıştılar...
* * *
Şaman ile Gündoğdu,
geceyi çadırda koyun koyuna geçirdi. Yıldızlar onlar için
sevindi, ay onlar için dua etti. Sabah, dağların dorukları
aydınlanmaya başlayınca Şaman, güneşi selamlamak için uyandı,
hazırlandı. Hala mışıl mışıl uyuyan Gündoğdu'yu da
uyandırdı:
_ Haydi Gündoğdu, uyan.
Yeni doğan günle birlikte Yüce Tanrı'yı selamlayalım. Yeni
doğan bu günü kutlulayalım.
Birlikte çadırdan
çıktılar. Dağlar ardından yeni doğmaya başlayan güneşi
selamladılar. Şaman:
_ Bak Gündoğdu, bu
doruklar ulu Altay Dağları'dır. Koruyucu Altay Han bizi oradan
izler, bizi gözetir, dedi. Gündoğdu şimdi onu pürdikkat
dinliyordu. Şaman, eliyle gökyüzünü göstererek:
_ Yüce Gök-Tanrı,
göklerin en üst katından, yarattığı her şeyi yönetir. Göğün
diğer katlarında Ülgen Ata'mız, Umay Ana'mız otururlar. Onlar da
yeryüzündeki her şeyi korur ve gözetirler.
Şaman bunları
söyledikten sonra ellerini göğe kaldırdı. Gündoğdu da ellerini
aynı Şaman gibi göğe kaldırdı. Onu taklit ederek Gök-Tanrı'ya
dua etti. İkisi, aynı çamçaktan acı kımız içtiler, Tanrı'ya
tekrar tekrar şükrettiler.
Güneş dağları aştı,
tüm bozkırı aydınlattı. Ormanlar, ağaçlar uyandı. Kurtlar,
kuşlar uyandı. Sular, nehirler, göller uyandı. Yer ve gök, doğan
bu yeni güne artık hazırdı.
Şaman ve Gündoğdu,
ölünceye dek birlikte yaşadılar. Yıllar içinde iki tane
oğulları oldu. İlk oğullarının adını “Temirkutluk”;
ikinci oğullarının adını “Kızılkutluk” koydular. Bu
oğullar büyüyüp yaşları erişince, göğün kızlarıyla
evlendiler. Onların da bir düzine çocuğu oldu. Bu yeni türeyen
kişioğlu nesline Bay-Ülgen şahitlik etti; Umay-Ana da kefil oldu.
Altay Dağları'nın
eteklerinde, yüksek bozkırlarda yaratılan bu insan soyuna bütün
yabani atlar boyun eğdi. Kendilerini binek olarak onların hizmetine
sundu. Gökteki kuşlar onlara av oldu. Kurtlar onlara rehberlik
etti. Yüceler Yücesi Gök-Tanrı'nın emriyle dağlar, taşlar,
ırmaklar, denizler hep dümdüz yol oldu; onlara geçit oldu. Bu
kutlu nesil bütün acuna yayıldı, ulu çınarlar gibi kök saldı.
Böylece bütün yeryüzüne hükmetti. Gök-Tanrı bu kutlu nesli
bengi kılsın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder